Parmak Çocuk Masalı
Günlerden bir gün, uzak ülkelerin birinde terzinin bir oğlu
varmış. Bu çocuk o kadar minik kalmış ki, boyu küçük bir başparmaktan daha
fazla uzamamış. Bunun için ona tüm arkadaşları “Parmak Çocuk” derlermiş. Fakat
parmak çocuğun kendine güveni oldukça iyiymiş. Bir gün babasına demiş ki:
Sevgili babacığım, ne olursa olsun, bir gün ben uzaklara
gideceğim!
Babası:
– Pekâlâ oğlum, demiş. Uzun bir iğne almış, lambaya tutarak
ucuna bal mumundan bir topak yapmış:
– İşte yol için sana bir de kılıç! demiş.
Minik terzi, kendileriyle birlikte son kez bir daha yemek
yemek istemiş. Annesinin bu son yemek için neler pişirdiğini görmek üzere
fırlayıp mutfağa gitmiş. O sırada yemek hazırmış. Tencere ocağın üzerinde
duruyormuş. Oğlan demiş ki:
– Ne yemekler var anne?
Annesi:
– Git, kendin bak işte! demiş.
Parmak çocuk ocağa sıçramış. Tencerenin içine bakmış. Fakat
boynunu pek fazla uzattığı için yemeğin buğusu onu almış, yukarı doğru uçurmuş.
Bacadan dışarı çıkarmış. Çocuk buğuyla bir süre havada dolaştıktan sonra yine
yere inmiş. Artık başka ülkelerdeymiş. Şurada burada dolaşmış. Bir ustanın
yanında iş bulup girmiş, ama yiyecekleri pek beğenmemiş. Ustasının karısına
demiş ki:
– Bayan, bize daha iyi yemek vermezseniz çıkıp giderim. Hem
de yarın sabah erkenden evinizin kapısına tebeşirle yazarım:
Bol patates, bir parça et,
Kalın burda sağ selamet:
Ustanın karısı çok kızmış:
– Daha ne istiyorsun sanki bücür?.. demiş.
Bir bez parçası kapmış, çocuğa vurmak istemiş. Fakat minik
terzi hemen yüksüğün altına kaçmış. Oradan dışarıya bakar, kadına dilini
çıkarırmış. Kadın yüksüğü kaldırmış; çocuğu tutmak istemiş ama Parmak Çocuk bez
parçasının arasına sokulmuş. Kadın bezin kıvrımlarını açıp onu ararken oğlan
masanın yarığına girmiş. Başını dışarı çıkarıp:
– Ce… e… e… ustanın bayanı! diye seslenmiş.
Kadın başına vurmaya uğraşırken Parmak Çocuk çekmecenin
altına kaçmış, ama sonunda kadın onu ele geçirmiş, kapı dışarı atmış.
Minik terzi yola çıkmış, büyük bir ormana varmış. Burada bir
sürü haydutla karşılaşmış. Bunlar kralın hazinesini soymak istiyorlarmış. Minik
terziyi görüne şöyle düşünmüşler: “Bu küçücük herif anahtar deliğinden
girebilir. Bize kapıları açar.” İçlerinden biri seslenmiş:
– Hey bana bak pehlivan! Bizimle birlikte Hazine’ye gider
misin? Sürünerek içeri dalıp paraları dışarı atabilirsin!
Parmak Çocuk düşünmüş, taşınmış; sonunda:
– Peki! demiş.
Onlarla birlikte Hazine’ye gitmiş. Orada kapının altını,
üstünü gözden geçirmiş. Aralık bir yeri olup olmadığını araştırmış. Az sonra,
geçebileceği kadar genişlikte bir aralık bulmuş. Hemen içeri dalmak istemiş,
ama kapının önünde duran nöbetçilerden biri onu görmüş. Arkadaşına seslenmiş:
– Şurada sürünüp duran çirkin örümcek ne? Dur şunu
çiğneyivereyim.
Öbürü:
– Bırak zavallı hayvanı! demiş, sana bir zararı yok ki…
Bunun üzerine Parmak Çocuk kapının aralığından sağ ve esen
Hazine’ye girmiş. Pencereyi açmış. Haydutlar bu pencerenin altında
bekliyorlarmış. Paraları birer birer atmaya başlamış. Minik terzi işin en tatlı
yerindeyken, kralın hazinesini görmek için gelmekte olduğunu duymuş. Hemen
sürüne sürüne bir yere sokulmuş.
Kral paralardan birçoğunun eksildiğini anlamış; fakat
bunları kimin çalabileceğine akıl erdirememiş. Çünkü kilitlerle sürgüler yerli
yerinde duruyorlarmış. Sonra her şeyin çok iyi korunduğu da görülüyormuş. Bunun
üzerine kral çıkıp giderken iki nöbetçiye:
– Dikkat edin! Paranın peşinde biri var! demiş.
Parmak Çocuk yeniden işe koyulunca, nöbetçiler içerideki
paraların kıpırdadığını tiring, tiring tiring, tiring diye sesler geldiğini
duymuşlar. Hırsızı yakalamak için hemen içeri dalmışlar. Fakat bunların
geldiğini işiten minik terzi daha atik davranıp bir köşeye fırlamış, üstüne
altın bir para örtmüş. Hiçbir yanı görülmez olmuş. Bir yandan da nöbetçilerle
alay olsun diye: “buradayım!” diye seslenirmiş. Nöbetçiler sesin geldiği yana
koşarken o da başka bir köşeye kaçıp, başka bir paranın altına saklanır: “Hey…
Buradayım ben!” diye bağırırmış. Bu kez nöbetçiler oraya bakarlarmış. Oysa
Parmak Çocuk üçüncü bir köşeden seslenirmiş: “Hey… buradayım, burada!” Böylece
onları deliye çevirmiş, yorulup gidinceye kadar adamları Hazine’nin içinde
oradan oraya koşturmuş, durmuş. Sonra da paraların hepsini birer birer dışarı
atmış. Sonuncuyu olanca gücüyle fırlatmış, kendisi de daha atik davranarak bu
paranın üzerine sıçramış; onunla birlikte pencereden aşağı inmiş. Haydutlar
kendisinden pek hoşnut kaldıklarını söylemişler:
– Sen pek müthiş bir kahramansın, bizim ele başımız olur
musun? demişler.
Parmak Çocuk onlara teşekkür etmiş, fakat önce dünyayı
görmek istediğini söylemiş. Paraları bölüşmüşler. Minik terzi bunlardan bir tek
metelik istemiş. Çünkü daha fazlasını taşıyamıyormuş.
Sonra kılıcını yine beline bağlamış; haydutlara “iyi günler”
demiş, yola koyulmuş. Birkaç ustanın yanında işe girmiş. Fakat bu işleri
beğenmemiş. Sonunda bir hana uşak olmuş ama hizmetçi kızlar ondan
hoşlanmamışlar. Çünkü onlar kendisini göremedikleri halde, Parmak Çocuk onların
gizlice yaptığı her şeyi görüyormuş. Tabaklardan aldıkları şeyleri, kilerden aşırdıklarını
hancıya haber verirmiş. Bunun üzerine kızlar:
– Alacağın olsun, sana gösteririz! demişler. Ona bir oyun
oynamaya karar vermişler.
Bir süre sonra hizmetçilerden biri bahçede otları biçerken
parmak çocuğu otların yanında hoplayıp zıplar görünce, onu da birlikte biçmiş,
otlarla birlikte büyük bir beze bağlamış, gizlice ineklerin önüne atmış. Bu
hayvanlar arasında iri, kara bir tanesi varmış. Parmak çocuğu incitmeksizin
otlarla birlikte yutmuş. İçerisi çocuğun hoşuna gitmemiş. Çünkü burası kapkaranlıkmış.
Işık da yanmıyormuş. İnek sağılırken Parmak Çocuk içeriden seslenmiş:
Fıştık fıştık fişte,
Doldu kova işte!
Ama süt sağılırken çıkan gürültüden bu ses duyulmamış. Sonra
ev sahibi ahıra girmiş:
– Yarın şuradaki inek kesilecek! demiş.
Bunu duyunca Parmak Çocuk korkmuş. Avazı çıktğı kadar
bağırmış:
– Önce beni çıkarın… İçinde ben varım!
Adam bu sesi duymuş ama nereden geldiğini anlayamamış:
– Neredesin? demiş.
Parmak Çocuk:
– Karanın içindeyim! demiş.
Adam bundan bir şey anlayamamış, çıkıp gitmiş.
Ertesi sabah inek kesilmiş. Bereket versin hayvan
parçalanırken satır parmak çocuğa dokunmamış ama sucukluk etlerin arasına
karışmış. Kasap gelip işe başlarken oğlan avazı çıktığı kadar bağırmış:
– Pek fazla kıyma… O kadar çok kıyma… Etlerin arasında ben
varım!
Kıyma bıçaklarının gürültüsü içinde bu sesi duyan olmamış.
Zavallı Parmak Çocuk büyük bir tehlike içinde kalmış. Fakat tehlike insanların
gücünü artırır, derler. Çocuk kıyma bıçaklarının arasından öyle bir fırlayış
fırlamış ki kendisine bir şey olmamış. Sapsağlam kalmış ama kaçıp gidememiş.
Yağlarla birlikte bir sucuğun içine tıkılmaktan başka kurtuluş yolu bulamamış.
Burası biraz darcaymış. Sonra islenip kurumak üzere sucuğu bacanın içine
asmışlar. Burada bir türlü vakit geçiremiyormuş. Sonunda kış gelince bacadan
indirmişler. Çünkü müşterilerden birine sucuk verilecekmiş. Hancı kadın sucuğu
dilerken Parmak Çocuk, boynu kesilmesin diye başını fazla uzatmayarak kendini
korumuş. Sonunda biçimine getirmiş, dışarı fırlamış.
Başına türlü yıkımlar gelen bu evde minik terzi daha fazla
kalmak istememiş. Hemen yola çıkmış ama bu özgürlüğü uzun sürmemiş. Boş
kırlarda yoluna bir tilki çıkmış. Onu bir solukta yutuvermiş. Minik terzi:
– Aman bay tilki! diye seslenmiş, boğazınızda takılı kalan
benim işte… Beni özgür bırakın ne olur?
Tilki:
– Hakkın var, demiş? Senden ne olacak ki… Babanın evindeki
tavuklar için bana söz verirsen seni salıveririm!
Parmak Çocuk:
– Seve seve demiş, tavukların hepsi senin olsun. Ant
içiyorum işte!..
Bunun üzerine tilki onu salıvermiş; hem de evine kadar
götürmüş. Babası sevgili minik oğlunu yeniden görünce bütün tavuklarını seve
seve tilkiye vermiş. Parmak Çocuk:
– Hem sana güzel bir para da getirdim!
diye yolculukta eline geçirdiği meteliği babasına uzatmış.
– Peki ama, yesin diye zavallı tavuklar tilkiye niçin
verildi sanki?..
– Hay budala hay… Babana çocuğu, evdeki tavuklardan daha değerlidir de ondan!